9 Mart 2015 Pazartesi

Öğrenciler Öğretmenler Hakkında En Çok Ne Hatırlar?

Öğrenciler Öğretmenler Hakkında En Çok Ne Hatırlar?


Sevgili Koridorun Sonundaki Genç Öğretmen,
Seni yemekhanede yanımdan koşarak geçerken gördüm. Acelen vardı. Bütün öğrencileri sınıfa çağıran son zil çalmadan önce iki lokma yemek yeme telaşındaydın. Yüzündeki ve gözlerindeki gerginliği fark etmemek imkansızdı. Alnın yaşadığın gerginlikten kırışmıştı. Sana günün nasıl geçti diye sordum. Sen de içini çekerek:
“İyi” diye cevap verdin.
Ama kesinlikle iyi bir gün geçirmediğini biliyordum. Stresin seni ele geçirdiğini fark etmiştim. Üzerindeki baskının arttığını görüyordum. Sana baktım ve o anda, orada sana dur demeye karar verdim. Her şeyin gerçekten nasıl gittiğini sormak istedim. Acaba sende kendimden bir şeyler gördüğüm için mi sana bu kadar zaman ayırıyordum?
Bana ne kadar meşgul olduğunu, yapman gereken ne çok şey olduğunu söyledin.Ve tüm bunları yapmak için ne kadar az zamanın olduğunu. Seni dinledim. Ve sonra sana şöyle dedim:
Günün sonunda her şeyin ders planı olmadığını hatırla. Her şeyin biz öğretmenlerin yaptığı süslü el işleri, okuduğu harika kitaplar, tek tek katladığı kağıtlar olmadığını hatırla. Hayır, gerçekten önemli olan bunlar değil.
Tüm bu endişenin ve gerginliğin yükünü üzerinde taşıyan sana baktığımda, en önemli şeyin çocukların yanında olmak olduğunu söyledim sana. Çünkü günün sonunda öğrencilerin çoğu ne kadar muhteşem ders planları yarattığını hatırlamayacak. Sınıftaki panolarının ne kadar düzenli olduğunu hatırlamayacak. Sıraların ne kadar düzgün ve muntazam dizildiğini hatırlamayacak.
Hayır, tasarladığın bu muhteşem dekoru da hatırlamayacaklar.
Ama seni hatırlayacaklar.
Senin şefkatini. Senin empatini. Senin ilgini ve onlara verdiğin değeri. Dinlemek için zaman ayırdığını hatırlayacaklar. Onlara nasıl olduklarını sormak için durduğunu hatırlayacaklar. Gerçekten nasıl olduklarını merak etmeni hatırlayacaklar. Kendi hayatınla ilgili anlattığın kişisel hikayelerini hatırlayacaklar: evini, kedini, çocuklarını… Gülüşünü hatırlayacaklar. Yemek yerlerken onlarla birlikte oturduğunu ve konuştuğunu hatırlayacaklar.
Çünkü günün sonunda gerçekten önemli olan SENSİN. Senden önce o küçük sandalyelere oturan, bacakları küçücük masaların altına sıkışan o çocuklar için gerçekten önemli olan sensin.
Sen onların hayatlarındaki bu büyük farksın işte.
Gözünden yaşlar akarken ve duyguların dışarı taşarken sana bakarak yumuşak bir sesle “Bu kadar fazla çabalamayı bırak” dedim. Stresin kaynağının bir bölümünün kendi beklentilerin olduğunu hatırlattım sana.
Yaptığı işi gerçekten önemseyen insanlar olarak kendimize bazen fazla yükleniriz. Genellikle kendi kendimizin en kötü düşmanıyızdır. Önemsiz hatalar için kendimizi zihinsel olarak döveriz. Kendi kendimize yeterli olmadığımızı söyleriz. Kendimizi başkalarıyla kıyaslarız. En mükemmel ders planına ulaşmak için canımız çıkana kadar çalışırız. En enerjik aktiviteler. En ilgi çekici ders. En zekice ve şık malzemeler.
Öğrencilerimizin yaptığımız şeyde en iyi olduğumuzu düşünmelerini isteriz ve bu mükemmellik statüsüne sadece bir şeyler yaparak ulaşabileceğimize inanırız. Ama unuturuz. Hem de sık sık. Mükemmelliğe “olarak” daha kolay ulaşırız.
Ulaşılabilir olarak. 
Nazik olarak.
Merhametli olarak.
Şeffaf olarak.
Gerçek olarak. 
Düşünceli olarak.
Kendimiz olarak.

Bir öğretmenin en sevilen öğretmen olarak ün yapmasına sebep olan tüm öğrenciler, o öğretmen hakkında hep aynı şeyi söyler: Bizi önemsiyordu.
Gördüğünüz gibi çocuklar her şeyin özünü görebilirler. Her ne kadar parlak aktiviteler onları bir süre eğlendirse de, onların bize bağlı kalmasını sağlayan şey empatinin sürekli varlığıdır. Onlarla kurduğumuz ilişkidir. Emek verdiğimiz süredir. Durup ilgi gösterdiğimiz tüm ayrıntılardır. Onlarla paylaştığımız sevgidir: Öğrenme sevgisi. Yaşam sevgisi. Ve en önemlisi, insan sevgisi.
Ve biz sürekli mesleğimizde mükemmellik peşinde koşarken, mali kısıtlamalar ve üst yönetimden gelen ağır talepler de üzerimize üzerimize gelir. Hem de acımasızca ve hızlı bir şekilde. Ama zorluklara rağmen devam etmeliyiz. Hem kendimiz hem de öğrencilerimiz için. Çünkü esas olan insan iletişimidir.
Bu sensin, onların öğretmeni, önemli olan budur.
Sınıfına geri dön ve etrafına gerçekten bak. Üzerinde baskı yaratan davranışları, konuları ya da durumları bazen görmezden gel. Masandaki kağıt yığınının, biriken emaillerinin ötesine bak. Koridorun sonundaki tecrübeli öğretmenin sınıfındakinden daha fazlasını gör. Bak. O zaman aslolanın tam orada, kendi içinde olduğunu göreceksin. Bir çocuğun yaşamında fark yaratma fırsatını göreceksin. Hayatının fırsatını. Ve bunu şimdi yapabilirsin.
Tam olduğun yerde, sadece olduğun halinle.
Çünkü şu an olduğun her şey, bugün onlar için olman gereken her şeyin ta kendisi. Ve yarın kim olacağın, bugün kim ve ne olmak istediğine bağlı.
Her şey senin içinde. Bunu biliyorum.
Sevgiyle,
Koridorun Sonundaki O Diğer Öğretmen

3 Mart 2015 Salı

Hangi Erken Çocukluk Dönemi Deneyimleri Yetişkin Hayatımızı Şekillendiriyor?


Çoğumuz yaşamımızın ilk iki ya da üç senesini pek hatırlamayız. Ancak yaşamın bu ilk yıllarındaki deneyimler, uzun yıllar bizden ayrılmaz ve bizi yetişkinlikte de etkilemeye devam eder.
Bu ilk yılların bizi çok etkilediği artık çok açık, ancak araştırmacılar bizi nasıl ve ne kadar etkiledikleri sorusuna hala cevap bulmaya çalışıyorlar. İki yeni araştırma, anne babaların bu ilk yıllardaki davranışlarının yıllar sonra bile çocuklarının hayatını nasıl etkilediğini ve çocukların mizaçlarındaki farklılıkların nasıl bir rol oynadığını ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Aralık ayı içinde yayınlanan ilk çalışma, bir çocuğun yaşamının ilk üç buçuk yılında aldığı duygusal destek türünün o çocuğun eğitim, sosyal hayat ve duygusal ilişkileri üzerinde 20 ya da 30 yıl sonra bile etkisi olduğunu ortaya çıkardı.
Destekleyici ve sevecen ev ortamlarında büyüyen bebekler ve küçük çocukların, ileriki yıllarda akademik olarak daha iyi sonuçlar elde etme eğiliminde oldukları belirlendi. Bu çocuklar, akranlarıyla daha iyi geçinebildikleri gibi duygusal ilişkilerinde de daha mutlu oluyorlar.
“Öyle görünüyor ki, en azından bu erken çocukluk döneminde, anne babaların rolü, çocuklarıyla iletişim kurmak ve onlara ‘Üzüldüğünde ya da bana ihtiyaç duyduğunda senin yanındayım. Bana ihtiyaç duymadığında da uzaktan destekçinim’ mesajını açık bir şekilde vermek” diyor araştırmayı yöneten Delaware Üniversitesi psikologlarından Lee Raby.
Raby ve ekibi, doğumundan 32 yaşına kadar takip edilen toplam 243 kişiden elde edilen verileri analiz etti. “Araştırmacılar bazı zamanlarda bu çocukların evlerine gitmiş. Diğer zamanlarda da çocukları ve ailelerini üniversiteye getirerek birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemlemiş” diyor Raby.
Elbette erken çocukluk dönemindeki anne baba tutumu, pek çok diğer etkenden sadece birisi ve araştırmada ortaya çıkan avantajlara mutlaka sebep olduğuna dair bir kanıt da bulunmuyor. Araştırmacılar sonuçları belirlerken katılımcıların sosyo-ekonomik durum ve içinde büyüdükleri çevre faktörlerinin de önemli olduğunu vurguluyor.
Sonuç olarak araştırmacılar, bir kişinin akademik başarısının yüzde 10′unun üç yaşındayken sahip olduğu ev hayatının niteliği ile ilgili olduğunu söylüyor. Daha sonraki deneyimler, genetik faktörler ve hatta şans diğer yüzde 90′ın içinde yer alıyor. Bir çocuğun psikolojik yapısı da faktörlerin arasında bulunuyor.
İkinci çalışmada ise araştırmacılar, çocukların yaşadıkları deneyimlere verdikleri erken dönem tepkilerinin, ergenlik döneminde sosyal endişe bozuklukları yaşayıp yaşamayacaklarının bir göstergesi olduğunu buldular.
Bu çalışma için Maryland Üniversitesi araştırmacıları, 165 bebeğin ebeveynleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemledi. Ebeveynlerinden ayrıldıklarında bebeklerin bazıları üzüldü, ancak ebeveynleriyle tekrar bir araya geldiklerinde hızlıca normale döndüler. Diğer bebekler ise ebeveynlerinden bir süre ayrıldıktan sonra onlara tekrar güvenme konusunda zorluk yaşadılar ve ebeveynleriyle tekrar bir araya geldiklerinde bile sakinleşemediler.
Bu aşırı duyarlı bebekler, büyüdüklerinde, sosyalleşme ve ergenlik döneminde yaşıtlarıyla partilere katılma konusunda endişeli hissettiklerini daha fazla bildiren grup oldular.
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Kaliforniya Üniversitesi insan gelişimi profesörlerindenJay Belsky şöyle yorumluyor: “Öncelikle insanın gelişimi karmaşıktır. Hepimiz artık biliyoruz ki erken çocukluk dönemi deneyimlerimiz bizi belirli bir ölçüde mutlaka etkiliyor. Ve psikolojik yapımızdaki farklılıklardan dolayı bazı insanlar çevresel faktörlere karşı diğerlerinden çok daha fazla duyarlı olabiliyor.”
Ancak bu, insanlar erken çocukluk döneminde yaşadıkları kötü deneyimlerden kurtulamayacak anlamına gelmiyor. “Bazı insanlara terapi yardımcı olabilir” diyor Belsky. “Ancak bugün elimizde ilginç olan başka bir bilimsel bilgi daha var: İçinde bulundukları kötü şartlar altında yenilen ve pes eden çocuklar, aynı zamanda iyi şartlar altında da gerçekten iyileşip tekrar hayata tutunanlar oluyor.”

Yazı aşağıdaki linkten alıntıdır.
http://www.egitimpedia.com/bakis-acisi/hangi-erken-cocukluk-donemi-deneyimleri-yetiskin-hayatimizi-sekillendiriyor