Çok iyi hatırlarım küçükken bizler için popüler olan 3 meslek vardı. Bunlar doktorluk, mühendislik ve avukatlıktı.
Aileler çocuklarının büyük adam olabilmesinin yolunun bu 3 meslekten geçtiğine inanırlardı.
Öğretmenler için de keza durum aynı şekildeydi. “Efe matematik dersinde çok başarılı, kesin doktor olacak!”
Söylemler ve arkamızda bıraktığımız çağın ihtiyacının bu şekilde olması, eğitim sistemlerini de buna hizmet etmeye yönlendirdi.
Eğitim sistemlerinin çıktılarının başarılı tarafı, sadece entelektüel bilgiyi kullanarak işleri yürüten bireylerle anılırken, diğer çıktılar çürük elma oldu.
Zamanla sistemler tamamen bilgi odaklı, “bilgi işçisi” yaratan bir yapı haline geldiler. Çünkü çağın en büyük ihtiyacı bilgi işçileriydi.
Tüm dünyada, en çok bilenin kazandığı “bilgi çağında” bilgi işçileri başarı top 10 listesinin ilk sıralarındaydılar.
  • Sene 2015, şimdilerde ise durum daha farklı:
Ailelerin söylemleri, “Çocuğum mutlu bir hayat yaşasın da gerisi problem değil!” şeklinde değişmeye başladı.
Veli toplantıları, matematik, Türkçe gibi akademik becerilerin odağında ilerlediği konuşmalardan çok çocukların yaratıcılığı, sosyal becerileri, yetenek ve kişisel gelişimlerine doğru kaymaya başladı (Söylemde de olsa dikkate alınması, tartışılması önemli bence:).
Şirketlerin iş ilanlardaki kriterlerin neredeyse %90’ı bilgi kıstasından çok sosyal ve kişisel beceriler olmaya başladı.
Başarı ölçütleri CEO’lukla, sosyal ve kurumsal liderlikle, kendi anlamını yaratanlarla (yazar, sanatçı..vb) ölçülmeye başlandı.
  • Peki, Ne Değişti ve Böyle Oldu?
Bilgi önceden Kaf Dağı’ndayken şimdi herkesin cebinde, iki dokunma ile ulaştığı bir biçime bürünmeye başladı. Bilgiyi çok kolay ulaşabilir, tüketebilir ve yenisini üretebilir olduk.
Davalıysak forumda tartışır, hastaysak Google’a danışır, ustaysak Tweeter’da paylaşır olduk. Böylelikle bilgi işçileri ucuzladı, gözden düşmeye başladı.
Sosyal medyadaki kişisel gelişim paylaşımlarıyla 7’den 70’e kişisel geliştik,hayatın anlamını zenginlikte değil, kendi içimizde aramaya başladık.
Bolluk içerisinde farklı olanı bulmaya, ilgi çekici olanı keşfetmeye ve onu bir süre sonra sıradanlaştırmaya başladık…(Örnek: Cep telefonlara karşı olan aşkımız, onları çok kısa sürede evrimleşmeye zorladı.)
Farklı olanı bulma arayışı bizi sanata daha çok yönlendirdi… Meslek tercihleri bununla birlikte değişmeye başladı.(1970’ler den bu yana hayatını yazar olarak kazanların sayısı %30, beste ve müzik alanında kazananların sayısı ise %50 arttı (Pink, 2014). )
Yapılan araştırmalar yoluyla akademik zekâ kavramından sonra duygusal zekâ kavramıyla tanıştık. Sonrasında gerçek yaşam başarısının fazla bilmekten çok, kendimizi ne kadar iyi yönetebildiğimizle, ne kadar iyi sosyal çevre edinebildiğimizle, ne kadar iyi empati kurabildiğimizle ve ne kadar çok yaşamımıza anlam yüklediğimizle ilgili olduğunu anladık.
  • Ve tüm bunlar eğitim sistemlerinin kafasını allak bullak etti. Çünkü 21.yy’ın ihtiyacı başka bir birey haline gelmişti…
Japonya Örneği:
I. Dünya Savaşı’ndan sonra küllerinden tekrar doğan Japonya, bilgi çağının ihtiyacını karşılamak için yoğun, beyin sulandıran bir akademik içerikle eğitim sistemlerini biçimlendirdi. Tüm dünyada özellikle fen ve matematik alanında öğrenci başarıları tartışılamaz, mühendislik gibi alanlardaki bilgi işçileri kalitesi paha biçilemezdi.
Fakat Kavram Çağı’nda bunun modasının geçtiğinin farkına vardılar. Ve bu yüzyılın ihtiyacını karşılamak için eğitim sistemlerinin içine, Eğitim Bakanlığı destekli olarak «Yüreğin Eğitimi» şeklinde bir program koymaya başladılar. 
Bu programdaki amaç öğrencilerin yaşamlarının anlamlarını ve misyonlarını uzun uzun düşünmelerini sağlamaktı (Pink, 2012).
Diğer ülkelerde ise durum buna çok yakındı. Özellikle duygusal zekâ gelişim programları olarak anılan Sosyal Duygusal Öğrenme programları 58 ülkede eğitim programlarının içerisine bir ders olarak ele alınmaya başlandı.
 Eğitim sistemleri, toplumun ve dünyanın ihtiyacı olan bireyleri yetiştirmek için kurgulanır.

Bilgi çağının ihtiyacı olan bilgi işçileri için oluşturduğumuz eğitim sistemimizin, kavram çağındaki birey ihtiyacına yani yaratıcılar, empati kuranlar ve anlam üretenler için maalesef işlemediğini yavaş yavaş fark etmeye başlıyoruz.”
Bunun için bir an önce eğitim sistemimiz üzerine yeniden düşünmeli ve duygusal zekâ (EQ) ve akademik zekânın birlikte geliştirildiği bir model çizmeye başlamalıyız. 
Kaynakça:
  • Pink, D. H. (2014). Aklın Yeni Sınırları: Kavramsal Çağda İş Başarısının 6 anahtarı (6.Baskı). (Çev. A. Özer). İstanbul: Kapital Yay.
  • http://www.yenilikciogrenmemerkezi.com/